Hiçbirimiz kendine ait bir rotası olmayan, ellerindeki dondurmayı yalarken o lezzetin hazzından başka bir şey düşünmeyen o çocuk kadar mutlu olamıyoruz artık. Bildiniz değil mi o çocuğu… Kimi zaman bir yere yetişme telaşımızdan aklımızın ucundan bile geçmeyen sokağın o güzel köşesinde, söğüt ağacının gölgeliğinde; kimi zaman koskoca bir alışveriş merkezinde annesinin elinde. Asla aradığını bulamayan, hiçbir lezzetten tatmin olamayan çılgın bir kalabalığın ortasında; eriyip, dudaklarının kenarından ellerine akan dondurmadan bile mutlu olan çocuk. Bizim “ziyan” diye tasalandığımızla neşelenebilen o çocuk.
Büyümek ne kadar lanetli… Keşke bir elma şekerinin unutturabildiği acılarımız olsa yine. Kıskançlık, daha büyük bisikleti olan çocuklara bakışlarımızda, üzeri resimsiz silgilere kendi elimizle çizdiğimiz resimlerin masumiyetinde kalsaydı.
En büyük nefretimiz, akşama kadar zırıl zırıl ağlayıp almaya ikna ettiğimiz oyuncağın, oyuncak dükkanında kalmayışına; haftalarca kimsenin çıkıp almaya cesaret edemediği, ağacın dallarında kalan topumuza olsaydı.
Beklentilerimiz hafta sonu tatili, teneffüs zili, ödevsiz akşamlar kadar küçük şeylerden ibaret kalsaydı. Başarı, takdir edilme; çöp adam, üçgen dağlardan ileriye gitmese de dünyanın en iyi manzara resmini çizmiş gibi saçımızı okşayıp, “Aferin!” diyen öğretmenlerimizin iki dudağının arasında ki kadar zahmetsiz kalsaydı.
“Sürpriz” dendiğinde aklımıza kocaman bir çikolatalı ya da meyveli bir pasta, yanında bir sürü hediye paketi, okuldan döndüğünde açılan kapının karşısında kollarını sana doğru açmış, kendisine doğru koşmanı bekleyen babaanne, anneanne; dedenin kendince tahtadan yaptığı oyuncak bir at arabası gelseydi…
Yağmurun, karın, nice soğukların; yalnızca ıslanmaktan, kar topu oynamaktan öte gitmeyen eğlencelerini bilseydik keşke. Hayatın acımasızca evinden, barkından ettiği her garibanı gördükçe ya da düşündükçe titremese içimiz. Bir araba egzozundan çıkan kirli dumanı, sıcak bir yuva hasretiyle soluyan sokak köpeğinin acizliği ile hiç tanışmasa insan…
Duymayalım diye tüm küfürlerin, tüm çığlıkların kısılsa sesi… Görmeyelim diye ne varsa göze hoş gelmeyen, mide bulandıran, kötücül… Kapatsa şefkatli bir el gözlerimizi.
Hep pembe olsa yalanın rengi, hayatın gerçekliğini sorgulatmadan, sakınmadan. Binlerce kez söylense de yıkmasa güven duvarlarını, incitmese insanı hiçbir zaman.
Ve vedalar, yalnızca geri dönüşleri olan kısa hasretler için edilse…
Büyümek ne kadar lanetli…
留言